En başından beri biliyordu.
Bildiği için öyle davranmıştı.
Kollarının arasındayken çöken farkındalık, kollarımı güçsüzce onun boynuna sarmama neden oldu. Tek derdinin beni korumak olduğunu, kadının teni karanlığa boyandığında ve bana saldırdığında anlamıştım. Açılan portalın yarattığı altın rengi ışık gözlerimi kısmama neden olurken Efken’in kollarımda hâlâ kaskatı durumda olduğunu hissedebiliyordum. İbrahim portaldan çıkarak, “Siz iyi misiniz?” diye bağırdığında, Efken bana daha sıkı sarılarak, “Nerede kaldın dangalak herif?” diye bağırdı. İrkilerek Efken’in boynuna daha sıkı sarıldım. “Geçti, ben buradayım.”
“O da neydi?” diye sorabildim.
İbrahim, yerde etrafında şimşek parıltıları olan parçalara bakarken, “Iyy,” dedi iğrenerek. “Ne bu?”
“Enerji artığım yüzündendi,” diye kabullenmesini beklemediğim için donup kaldım. Yüzünü boynuma sokup beni kendine bastırırken, “O şeyi bize çeken benim sik kafalılığımdı,” dedi sertçe.
“O şey, daha önce hiç görmediğim bir şeydi,” diyebildim.
“Bir tür karanlık kapı gölgesi olmalı,” dedi Efken, yavaşça benden ayrılıp yüzümü avuçlarının içine aldı. “Sen iyi misin? Beklemediğin bir anda saldırdığı için paniklemiş olmalısın.”
“Ben iyiyim. Onun ne olduğunu nasıl anladın?”
“Ona baktığım an ne olduğu açıkça görebildiğim bir şeydi. Bunu anlatamıyorum ama fark ettim işte,” dedi aceleyle. Bakışlarını İbrahim’e çevirdi. “Gidip mekânda her şeyin yolunda olup olmadığına bir bak. O şeyin derisi mekânda kaldı.”
“Neyin derisi?” diye sordu İbrahim yüzüne yayılan komik bir dehşetle.
“Git ve dehşet saçan bir kadın derisi var mı yok mu bak işte! Muhtemelen boş bir deri olduğu için çoktan kaybolmuştur ama ne olur ne olmaz, insanların güvende olduğundan emin olmam gerek.”
“Eğer ortada bir deri varsa,” dedi İbrahim, sonra kusacak gibi oldu. “Onunla ne yapmalıyım?”
“Onu bir tenhaya çek ve kahkahalarınla kafasını patlat,” dedi Efken çok normal bir şeyden bahsediyormuş gibi. “Zaten bomboş, fikri ve ruhu olmayan bir şey. Patlaması kolay olur.”
“Kumral bir kadındı,” dediğimde İbrahim gözlerini bana çevirdi. “Siyah, mini elbise giyiyordu, ortamda en dikkat çeken oydu. Eğer oradaysa insanların bakışlarından o olduğunu anlarsın zaten.”
İbrahim hançerini beline koymadan önce, “Portal kapanmadan geçip eve gidin,” dedi aceleyle. “Siz geçtiğiniz an kapanması için ayarladım.”
Efken cebinden arabasının anahtarını çıkarıp İbrahim’e fırlattı ve “Arabayla dön, daha fazla portal açıp dikkat çekme,” dedi.
İbrahim anahtarı havada yakalayıp başını salladıktan sonra hızla mekânın olduğu yöne doğru koşmaya başladı.
Efken beni yerden kaldırıp portala doğru ilerletirken aramızda bir sessizlik uzayıp gidiyordu. Portaldan geçmemle, kendimi taş evin salonunda bulmam bir oldu. Portal altın bir ışık huzmesi bırakarak hızla kapandı ve kafamı kaldırdığımda gördüğüm ilk yüz, Yaren’in dehşet içinde bize bakan yüzü oldu.
Crystal oturduğu yerden fırlayarak, “Aniden İbrahim’i çağırdığınızda ödüm koptu ama İbrahim beni almadı,” dedi. “Efken’in sadece onu çağırdığını söyleyerek portala atladı ve dahası portal açık olduğu hâlde içeri giremedim bile!”
“Hiç değilse artık lokasyonu tutturabiliyor. Buradan geçerken kendimi Kızıl Yaka’da bulmaktan ürkmedim değil,” diye söylendi Efken belimi kavrar durumdayken.
“Abla, iyi misin?” diye sordu Miraç korkuyla.
“Her şey yolunda,” dedim.
❄️
İbrahim, mekânın kapısından içeri girerken ne tür bir deri aradığıyla ilgili biraz olsun fikir sahibi değildi ve tanrı şahitti ki, eğer sülük kıvamında ortada dalgalanan bir deri görecek olursa, işte o zaman dizlerinin üzerine çöküp delice öğürmeye ve midesine en son giren yemeği çıkarmaya başlayacaktı.
Bakışlarını dans pistine çevirdiğinde, aradığı şeyi kolayca bulmayı beklemiyordu. Tüm erkeklerin kaçamak bakışlar attığı, dans pistinde tuhaf bir şekilde bedenini okşayarak dans eden kumral kadın, Efken’in onu bıraktığı şekilde, hiç bozulmadan dansına devam ediyordu. Herhâlde bu şekilde üç beş gün daha dans etmeye devam ederdi. İbrahim, “Bu ucube hareketler de ne?” diye sorarken kaşlarını çatıp yüzünü buruşturdu. Erkeklerin iştahla onu izlemesine anlam veremedi. Hızlı adımlarla dans edenlerin arasına karışıp, içinde ruh olmayan boş deriye yaklaşarak, “Merhaba hanımefendi,” dediğinde, kumral saçlar savruldu ve boş bakan siyah gözler İbrahim’e çevrildi. “Benimle geliyorsunuz.”
Deri öylesine boştu ki söyleneni yaptı. İbrahim onu bileğinden kavradığında karşı çıkmadan onunla yürüdü. Erkekler kıskançlıklarını saklayamadı çünkü bir yabancının gelip dakikalardır seksi dansını izledikleri kızı kolayca götürebiliyor olması kıskanacakları türden bir şeydi. İbrahim, kızı karanlık hole soktuğu anda, kız birdenbire kollarını kaldırıp, karanlığın ortasında yine donuk bir şekilde bedenine dokunarak dans etmeye başladı.
“Çattık,” dedi İbrahim tek kaşını kaldırarak. “Erkeğini etkilemeye çalışan dişi Arizona kertenkelesi ablacığım, benim başım bağlı bağlı!” Kızı kollarından tutarak kendine çevirince, kızın sistematik hareketleri nihayete erdi. İbrahim’e bomboş gözlerle baktı. “Ortalığı çok batırmayacağımızı umut ediyorum şekerim,” dedikten sonra dudaklarına sinsi bir tebessüm yerleşti. Onu izleyen içi boş, ruhsuz deri ne olacağını bilmiyor gibiydi.
İbrahim’in kısık kıkırtısı yavaşça hole yayıldı. Derideki siyah gözler irileşti, bedeni sarsıldı. Kahkaha yükseldi, bedendeki sarsılmalar gözle görülür derecede çoğaldı.
Birkaç kahkahanın sonunda, deri birden balon gibi sönmeye başladı ve İbrahim’in kollarında ince, içi sönmüş bir deri şeklinde asılı kaldı; kumaştan farksızdı. İbrahim, “Cidden çıldırtıp patlatacak bir kafan yok muydu yani?” diye sorarken yüzünü tiksintiyle buruşturdu. “Iyyy! Sanırım kusacağım, sanırım kusacağım!”
❄️
İbrahim’in evinin üst katındaki banyoda, Crystal ile baş başaydım. Elbisemin arkasındaki korsenin iplerini çözerken banyonun aynasından birbirimizi izliyorduk. Yüzünü buruşturup, “Seks kokuyorsun,” demesini beklemediğimden gözlerim irileşti. Bakışlarını yüzümün yansımasında dolaştırıp, “Dürüst olmak çıngıraklıların ilkesidir,” diye homurdandı.
Son düğümü de çözüp çekince derin bir nefes alabildim. “Size saldıran tam olarak neydi?” diye sorarken meraklı görünüyordu. “Yanında olamadığım için özür dilerim.”
“Beklenmedik bir şeydi. Güzel bir kadın kılığında karşımıza çıktı. Efken onun ne olduğunu anladı ama ben anlamadım, aksine kıskançlıktan ölecektim ve mantığım devre dışı durumdaydı.”
Crystal burnunu kırıştırarak gülüp, “Kadın her yerde kadındır,” dedi. “Asıl sureti nasıldı?”
“Karanlık,” dedim. “Bir gölge gibiydi. Her ayrıntısı gölgedendi ve alaycıydı.”
“Bilindik bir tür değildi o hâlde.”
“Değildi, daha çok bir yaratıktı ya da bir tür iblis.”
“Şırfıntı, sana dokunduğu için onu yağlı kazığa oturtmak istiyorum,” dedi Crystal burnundan sert bir nefes vererek.
“Efken onu bin eşit parçaya böldü.”
“Az bile yapmış, neden bin bir değil?”
Elimde olmadan yorgun bir şekilde güldüm.
“Sana sıcak bir duş aldırmamı ister misin?” diye sordu Crystal.
“Hayır, gerek yok,” dedim. “Kendim hallederim, teşekkür ederim.”
“Acele etsen iyi edersin,” derken sırıtıyordu. “Çünkü seks kokuyorsun.”
“Şunu tekrarlayıp durmayı keser misin?” diye homurdandım.
“En azından aramızdan biri mutlu hissediyor,” dediğinde elimde olmadan sırıttım. “Sapphire ve ben sanırım rahibe olacağız, senin koruyucu rahibelerin…” Durdu. “Belki Sapphire rahibe olmaz, bilemeyiz tabii.”
“Peşinde onlarca adam yokmuş gibi…”
“Senden başkasına hizmet etmeyi düşünmüyorum,” dedi, gözlerinin dalgın bir şekilde boşluğa takıldığını fark ettim. Ne düşündüğünü merak ettim. Son zamanlarda Miraç ile daha az iletişim kuruyor, Miraç ve Sapphire iletişim hâlindeyken onları izlemeden başka bir yerlere kaçıp gidiyordu. Bunu fark etmediğimi düşünüyor olabilirdi ama gözlerim sandığının aksine her yerdeydi.
Yine de ağzımı açıp tek kelime etmedim, ona kendini huzursuz hissettirecek bir şeyler söylemek istemiyordum. Kendini iyi hissetmesi benim önceliğimdi. Düğüm, diye düşündüm. O benim kız kardeşim gibiydi, ruhlarımız birbirine sıkıca düğümlenmişti ve mutlu olmasını istiyordum çünkü mutlu olduğunda, ben de mutlu hissedecektim.
Crystal, atkuyruğumu çözüp saçlarımı parmaklarıyla düzeltti. Saç diplerime parmak uçlarındaki şifalı dokunuşlarıyla masaj yaptı. Banyonun kapısı tıklatılınca ikimiz de başımızı aynı anda kapıya doğru çevirdik. Efken’in enerjisini hissettiğim için doğrudan, “Gel,” diye mırıldandım ama onunla yüzleşmeye pek de hazır hissetmiyordum. Oyun olsun ya da olmasın, kurduğu cümle kafamın içinde yankı hâlinde kendini tekrar edip duruyordu.
Kapı aralandığında holün karanlığı, loş bir ışıkla aydınlanan banyonun içine sızdı. Crystal, ellerini saçlarımdan çekerek Efken’e baktı. Efken, “Bize izin ver,” dediğinde Crystal emirlerini ondan değil, benden aldığını belli edercesine kaşlarını kaldırıp bakışlarını yansımama çevirdi. Başımı aşağı yukarı sallamakla yetindim.
Crystal banyodan çıkarken aramızda konuşulmamış şeyler olduğunu biliyormuş gibi tedirgindi. Efken ona yol açarak kapıya yaslandı, Crystal çıktığı anda bakışlarını bana çevirip kapıyı yavaşça kapattı. Banyodaki loş, mum ışığını anımsatan solgun ışık yüzünü aydınlatıyor ama ifadelerini gizliyordu. Birkaç saniye sonra bana doğru yürüdü. Tam arkamda durup, aynadaki yansımamıza baktı.
Ellerini saçlarımda dolaştırırken, gözlerini de gözlerimde dolaştırmaya başladı. Kurduğu cümlenin etkilerinin hâlâ devam ettiğini biliyordu. Pişmanlığını hissettim. Sessizdi ama bakışları bu pişmanlığı dile getiriyordu.
“Dinle,” dediğinde neyin geleceğini bildiğim için nefesimi tuttum. “O an kapıda söylediğim şey-”
“Gerçek düşüncen değildi,” dedim başımı sallayarak.
Durdu, bakışları gözlerimde saplı duruyorken, “Evet,” dedi.
“Ama haksız da değildin,” diye mırıldandım, mırıltım bana çok zayıf geldi, kurduğum cümle daha da zayıf geldi. Gözlerimi lavaboya indirip su damlatan musluğa bakmaya başladım. Onun gözlerinin hâlâ benim yüzümde dolaştığını bilmek kendimi daha kötü hissetmeme neden oldu.
“Sadece seni tehlikeden uzak tutmaya çalışıyordum.”
“Biliyorum,” dedim sadece.
“Öyle düşünmediğimi de biliyorsun öyleyse?”
“Evet.”
Ama gerçeği değiştiremezsin, o an haklıydın, her ne niyetle söylemiş olursan ol, haklı olduğunu sen de biliyorsun ama bunu dillendirmeme gerek yok. Zaten bir kez dillendirdim. Daha fazla konuşmasam da olur, diye iç geçirdim.
Dudaklarını kafamın arkasına bastırınca afallayarak gözlerimi kaldırıp yansımamıza baktım. Dudakları kafamın arkasında olduğundan sadece gözlerini görebiliyordum. Mavi gözleri, loş ışıkta bile karanlığı kıracak güçte parlıyordu.
“Seni temizlememi ister misin?” diye sordu, dudakları hâlâ kafamın arkasında olduğu için nefesi kafamın derisine yayıldı, sesi de doğrudan zihnime aktı.
“Burada kıyafetim yok,” diye mırıldandım.
“Kızlar bu gece burada kalacakları için yanlarında yedek kıyafet getirmişlerdir,” dedi Efken.
Başını arkasındaki yumurta şeklindeki beyaz küvete çevirdi. Bedeni yavaşça benden ayrıldı. Küvetin önüne gidip suyu açtı, parmaklarını suyun altına tutarak suyun sıcaklığını kontrol ettikten sonra vanalarla oynayıp suyun istediği sıcaklığa dönmesini sağladı.
Ona doğru dönüp, aramızda ne olduğunu sormak istesem de bunu yapmadım. Yapışkan görünmek istemiyordum, takıntılı davranmayacaktım ama belki de bazı konularda aramıza mesafe koymam gerekiyordu. Ağzını açıp bir şeyler söylese olmaz mıydı? Düşüncesinin öyle olmadığını söylemekten fazlasını yapmamıştı. Aklımı karman çorman etmekten öteye gitmiyordu bu. Beni rahatlattığı falan da yoktu.
“Üstündekileri çıkarmana yardım etmemi ister misin?” diye sorarak bana döndüğünde bir eli küvetin kenarındaki mermerde duruyordu, eğilmişti.
“Kendim hallederim.”
“Gel buraya,” dedi, ona sakince baktığımda, “Gel,” diye diretti.
İstemeyerek de olsa önüne kadar ilerledim. Bileğimden yakalayarak çektiği bedenimi önüne getirdi. Beni küvetin kenarındaki mermere yasladı, oturmamı sağladı. Önümde diz çöküp çorap çizmelerimi tek tek ayaklarımdan çıkardı. Uyuşan ayak parmaklarımı ovalamaya başladı. Sakince onu izledim. Daha sonra doğrulup kalktı ve elbisemin gevşeyen korsesini kenarlarından çekip elbisenin askılarını aşağı kaydırdı. Elbise bedenimden su gibi akıp ayaklarımın önüne düştü.
Sütyenimi çıkarmak için bana sokulduğunda bir adım geri çekildim. Afallayarak bana bakıp, “Çıkarmamalı mıyım?” diye sordu ama sessizce gözlerinin içine bakmak dışında yaptığım bir şey olmadı. Ellerini yeniden arkaya uzattığında bu kez hareket etmedim, karşı çıkıp çıkmayacağımı anlamak istiyor gibi uzun uzun gözlerime baktı ve sütyenin klipslerini çözdü. “Müsaade ediyor musun?” diye sordu. Başımı aşağı yukarı salladığım an sütyeni yavaşça öne doğru çekti, sütyen karnımdan kayarak yere düştü ve ardından Efken külodumu çıkarmadan elimi tutup kaldırdı. Küvete girmem için bana destek olduğunu anlayınca ayağımı küvetin içine attım. Ilık su, ağrıyan ayak parmaklarıma başta sancı verse de saniyeler sonunda büyük bir gevşeme bahşetti. Uzun, dalgalı saçlarım göğüs uçlarımı örtüyordu. Yavaşça çöküp suyun içine oturduğumda su tamamen dolmadığından bedenimin büyük bir kısmı dışarıda kaldı. Küvetin içine akmaya devam eden suyu izlerken dizlerimi karnıma çekip, kollarımı bacaklarımın etrafına sardım.
“Seni çok mu gücendirdim, fıstığım?” diye sorarken küvetin ucundaki mermere oturmuş, parmaklarını saçlarımda dolaştırıyordu. En az benim kadar sakin olması şaşılacak şeydi çünkü genelde sakin değil, yırtıcı olan taraf o olurdu. “İstanbul’a gidene dek bu gücü kullanmayacağım.”
Söylediği şey üzerine kafamı kaldırıp ona baktım. Ciddi görünüyordu, öylesine söylenmiş bir şey olmadığını fark edince kaşlarım çatıldı. “Seni hedef hâline getirttim,” diye açıklamasını beklemiyordum. “Sezgi ve diğer cadı haklıydı. Açığa çıkardığım enerji sadece beni değil, etrafımdakileri de hedef hâline getirdi. Şimdi seni korumak için korunma yapsam bile yine enerji açığa çıkarmış olacağım ve bu korunmanın zayıflaması durumunda seni yeniden hedef hâline getireceğim. Bunu göze alamam.”
“Peki ya Gümüş Pençeler için yapmak istediğin koruma?” diye sordum, bunu yapacak olursa sonuçların büyük olacağını anlamış gibiydi.
“Yapamam,” dedi, ardından ekledi. “İstanbul’a ne kadar hızlı gidersek, ölümlerin önüne o kadar hızlı geçmiş olacağım. Şu an odaklanmam gereken İstanbul. Biz o boyuta geçtiğimiz anda Gümüş Pençe ölümleri duracak. Koruma yaratırsam bu daha büyük sorunlara yol açacak. O yüzden annemin gösterdiği yoldan ilerleyeceğim.” Saçlarımı parmaklarıyla geriye doğru taradı. “Bundan böyle açığa çıkaracağım tek güç, buradan gidene dek, yalnızca bir Alfanın gücü olacak. Nemesis’in değil.”
“Bu kararının doğru olduğunu düşünüyorum.”
“Bu geceden sonra ben de öyle.”
“Umarım İstanbul’a bir an evvel gidebiliriz.” Çenemi dizime yaslayıp gözlerimi akan suya çevirdim. “Çünkü daha fazla ölüm olsun istemiyorum.”
“Baban için endişelisin, değil mi?”
“Evet,” dedim sessizce.
“Onu da koruyacağız.”
“Umarım,” diye mırıldandım.
Parmakları saçlarımda dolandı, tüm stresimi almaya çalışıyor gibiydi ama asıl stresi bana kendi kelimeleriyle ektiğini bilmiyordu. Belki de bildiği için bu kadar endişeli görünüyordu.
“Mahinev.”
Adımı söylemesini beklemediğim için kafamı kaldırıp ona baktım.
“Eğer aramızdaki şeye bir isim verecek olsaydım, ben bunu sevgiliyle sınırlamazdım,” dediğinde istem dışı bir şekilde ayak parmaklarımı içeri doğru kıvırdım. Bir eli yüzüme kaydı, ardından yüzünü yüzüme yaklaştırdı. “Ben buna eş derdim. Ruh eşi, ikiz alev, karı koca ya da her ne şekilde olursa olsun, eş işte.” Söylediği şeyin hemen ardından alnı alnıma yaslandı. Kalp atışlarım ağırlaştı ama hareketlerim kalp atışlarıma uyum sağlamadı. Elimi suyun içinden çıkarıp ıslak parmaklarımı boynuna bastırdım, dudaklarımız birleştiğinde onu küvete, yanıma çektim. Bu tıpkı, bir deniz kızının balıkçıyı suyun içine çekmesi gibiydi.
Konuşmamıştım, sadece onu öpmüş ve yanıma çekmiştim; bu aslında büyük bir cevaptı.
❄️
Son birkaç günü mekânda geçirmek bana kendimi sorumluluk sahibi biriymişim gibi hissetmem konusunda yardımcı olmuştu. Sadece birkaç günlük katkım bile mekânın üzerinde büyük bir etki oluşturmuştu. Verdiğim akıl sayesinde sosyal mecralarda daha öne çıkmanın yolunu bulan çalışanların yüzlerinde, bana karşı duydukları hayranlığın yansımaları vardı. Bu süreçte Efken söylediğinin dışına çıkmamıştı, Nemesis’in parıltılarını görmüyordum, şimşekler vücudundan dışarı çıkarak büyük bir enerji artığına neden olmuyordu. Geçen birkaç gün, haberlerin de durulmasıyla sonuçlanmıştı. Gümüş Pençe ölümleriyle ilgili haberler birdenbire bıçak gibi kesilmişti. Efken’in koruma yapmadığını biliyordum, o hâlde neden ölümler birdenbire kesilmişti? Buna sevinmem gerekirdi ama aklımı kurcaladığı gerçeğinden de kaçamıyordum.
Efken ile korunmadan birlikte olduğumuz için almak zorunda kaldığım hap, regl sürecimde sıkıntılar yaşamama neden olmuştu. Son iki günüm ağrılı geçiyordu ve kanamam olması gerekenden fazlaydı. Bu tür hapları sık sık almamam gerektiğini bana hatırlatan bu durum sayesinde, ertesi gün hapları yerine doğum kontrol haplarına yönelmem gerektiğini hatırlamıştım. İlk işim Crystal ile alışverişe çıktığımız o serin akşamüstünde bir eczaneye uğrayıp doğum kontrol hapı edinmek olmuştu. Kontrol haplarının da çok sağlıklı olmadığını biliyordum ama ertesi gün haplarından daha az hasar verdiği kesindi. Efken’in benim kazandığımı söylediği parayla alışveriş yapmıştım, Sapphire için de bir şeyler almıştım. Crystal kendi birikimi olduğu için kendi alışverişini kendi yapmış, teklifte bulunduğumda bana ateş saçan gözleriyle bakıp bunu reddetmişti.
Crystal’in arabasına bindiğimizde, elimde tuttuğum eczane poşetine bakarak, “Bir bebek için erken olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sorduğu ânı hatırlıyordum. Kulaklarıma dek kızarıp, “Bir bebek mi?” diye sormuştum ve o da, “Evet, senin ve Efken’in bebeği,” demişti. “Her ne kadar o zorbadan bir bebek yapmak dünya adına verilmiş kötü bir karar olsa da senin bir küçük boyunu görmek için deliriyorum.”
Adı tam olarak konulmamış ilişkiden bir bebek sahibi olma düşüncesi korkutucuydu. Öte yandan karnımın derinliklerinde ruhumun köklerine bağlanan bir canlının varlığını düşünmek, onu Efken ile birlikte yaptığımızı düşünmek, ikimizden parçalar taşıdığını düşünmek kanımın gürüldeyerek akmasına neden oluyordu. Beklenmedik şekilde heyecan verici olduğu kadar, sonuçlarını düşününce de korkutucu geliyordu.
Zamanın içinde kaydığımı hissettim, gözlerimi araladığımda uçurumun önündeydim. Manzarayı izliyordum ve esen rüzgâr tenimin üzerinden kayıp geçerken saçlarımı da geriye doğru uçuşturuyordu. İbrahim hemen arkamdaki büyük alanda çalışmalarını yapıyor, Efken de onu azarlayarak acele etmesini söyleyip duruyordu. Omzumun üzerinden arkama baktım, sanat atölyesi tam karşımda tüm ihtişamıyla duruyordu. Sanki bir savaş mekânı olmamış, yıkımı yaşamamış gibi… Bakışlarımı tekrar uçuruma çevirdim. Siyah kargo pantolonum, siyah crop kazağım ve üzerimde deri ceketimle bu soğukta üşümemem imkânsız olurdu ama bedenim bir yılanın soğukluğuna ait olduğundan mıdır bilinmez, soğuk bedenimi kesmeye yetmiyordu.
Eğilip postallarımın birinin çözülen ipini bağlamaya başladığımda, Efken, “Salak!” diye bağırdı. Kafamı çevirip onlara bakınca donup kaldım. Efken’in bedeni buradaydı ama kafasını portaldan içeri sokmuştu. “Sana Kızıl Yaka’daki bir yerden bahsettim ama burası benim mekânın önü!” diye bağırarak kafasını portaldan çıkardı.
“En azından artık lokasyon bilgisini doğru girdiğimi söylemiştin!” diye çemkirdi İbrahim.
“Ben de ara sıra yanılıyormuşum,” diye söylendi Efken. “Yavaşsın.”
“Kolaysa sen yap baklavam, karşıma geçmiş benden boyut atlamamı istiyorsun! Ben kendi evinde tuvaletin yolunu şaşıran bir insanım!”
“Bağırma bana sikerim feriştahını,” dedi Efken tehlikeli bir sesle.
“Senin de aklın fikrin beni devirmekte,” dedi İbrahim sırtlan gülümsemesiyle. “Hayır da diyemiyorum üstelik, hoşuma gidiyor…”
Gözlerimi devirerek doğrulup onlara döndüm. “Son günlerde tek bir Gümüş Pençe ölümü bile duymadık. Rastlamadık da,” dedim, Efken’in bakışları bana çevrildi. Onun da kafasını kurcalayanın tam olarak bu olduğunu biliyordum. “Sizce de bu çok tuhaf değil mi?”
“Efken bizden habersiz bir korunma yaratmadıysa evet,” dedi İbrahim.
Efken birden ona dönüp sertçe, “Bir şeyi yapmayacağım dersem yapmam, yavşak herif,” dedi.
İbrahim omuz silkerek gözlerini bana çevirdiğinde, “Yapmadı,” dedim üstüne basa basa. “Yapsaydı bilirdim.”
“Söz konusu sen olmasaydın yapardı ama,” dedi İbrahim, haksız da sayılmazdı ama yine de kaşlarımı çattım.
“Tam üstüne bastın, evet, söz konusu o olmasaydı yapardım,” dedi Efken, bu atağı ondan beklemiyordum. Bakışlarımı ona değdiremedim.
“Hiç değilse sikinde olmadığımızı kabul ediyor, erdemli birisi,” diye takıldı İbrahim, daha sonra eğilip yerde duran hançerini alarak odaklandı ve yeni bir portal büyütmeye başladı.
“Gümüş Pençeler diyordum,” dedim, İbrahim duraksayıp omzunun üzerinden bana baktı. “Sizce de birdenbire durulması normal mi?”
“Değil,” diyen kişi Efken’di.
İbrahim, “Arkasında bir sebep olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sorunca, “Sen düşünmüyor musun?” diye soruyla karşılık verdim.
“Ne bileyim toprağım? Bana her şey mümkün geliyor. Bir kadın önümde balon gibi söndü benim, balon gibi! Her şey mümkün.” Tiksintiyle yüzünü buruşturdu. “İğrençti.”
“Ya burada işleri bittiyse, artık buradakileri kayda değer bulmuyorlarsa ve…” Efken’in gözlerinin içine baktım. “İstanbul’a geçiş yapabilmenin bir yolunu bizden önce bulduysalar.”
Efken’in de zihninde yeşermeye başlayan bu düşünceydi belki de. Gözlerimin içine uzun uzun bakarken bu ihtimalin onu şaşırtmadığını fark ettim. Yani evet, bunu o da düşünmüştü. İbrahim dehşetle, “Böyle bir şey olabilir mi?” diye sordu ama bu soruyu bize değil de daha çok kendisine sormuş gibiydi.
“Neden olmasın?” Başımı omzuma yatırıp kolumu ovalarken, “Birdenbire sessizleştiler, ölümler kesildi, haberler kesildi, insanlar gözlerini kurtlardan çekti ve ortam duruldu,” dedim. “Bu bana çok da mantıksız gelmemeye başladı.”
Efken sıktığı çenesiyle, “Hızlanmalıyız,” dedi.
İbrahim ilk kez ona hak vermiş gibi, “Evet,” diyerek gözlerini açtığı portala çevirdi. “Bu işi kesinlikle çözeceğim.”
“Rotayı İstanbul’a çevirdiler.” Kurduğum cümle en çok beni korkuttu çünkü İstanbul’da olan benim ailemdi. Babam, iki kardeşim, annem… Babaannem. Karnım korkudan kasıldı ama yine de dik durmayı başardım. İçim içimi yerken bile soğukkanlı görünebilmeyi bana öğreten Efken Karaduman olmuştu. Yine de bana baktığında endişelerimi, kafamın içinde kuyruklarını birbirine düğümleyen tilkileri görebiliyordu. İstanbul’a çevrilen rotanın benim için ne anlama geldiğini biliyordu.
İbrahim beni yatıştırmak ister gibi, “Belki de sadece çok göze battıklarını düşünmüşlerdir,” dedi ve ekledi. “Onlardan çoğul bahsedip duruyoruz ama ya tek kişiyse?”
“Tek kişi olsa bile müttefiki olmadan bu kadarını yapamazdı. Üstelik Efken’in annesinin söyledikleri…” Susup Efken’e baktım. Annesinden bahsedildiği anda gözlerine yerleşen ifadenin bile değiştiğini bildiğimden kalbim sızladı. Gözlerini farklı bir yöne çevirip derin, göğsünün öne doğru şişmesine neden olan bir nefes aldı.
Efken beklemediğim bir anda avuçlarını birbirine çarparak, “Hızlanalım!” dedi, bu start düğmesine basmış etkisi yaratırken İbrahim hançerini kaldırdı, portal yarığından içeri doğru itti ve “Yapalım şunu!” dedi hırsla.
❄️
Sedefli yeşil gözleri kitabın satırlarında dolaşıyor, yüzüne inen kızıl bir bukle yanağını kaşındırıyordu. Bukleyi parmağıyla tutup kulağının arkasına itti. Korunmasının bir şey tarafından dürtüldüğünü hissettiği an, işte tam da o andı. Zihni tek bir anlığına savunmasız kaldı, aklının kapıları açıldı ve kadim büyüleri geri çekilerek aralanan kapıdan içeri giren çağrıyı kabul etti.
Sezgi’nin göğsü birdenbire hızlandı. Elinde tuttuğu, ekstra bir bilgi edinmek amacıyla karıştırıp durduğu kitap kucağına düştü. Anlam veremediği bir hızla büyüdüğünü hissetse de çok sesini çıkarıp irdelemediği karnına avucunu bastırdı ve neler olduğunu, tehdidin yaklaşıp yaklaşmadığını anlamayı denedi. Zihni hâlâ savunmasızdı, büyüleri donuklaşmıştı ve aralanan kapıdan bir çağrı su gibi akarak zihninin tasını doldurmaya başlamıştı.
Görüntüler büyüdü, zihnini kapladığı gibi gözlerinin önüne de gerilmeye başladı. Önce karanlık bir oda gördü, daha sonra kadim, güçlü ve eskiye dayanan bir gücü damarlarında hissetti ama bu gücün kendisine değil, ikinci bir kişiye, bir yabancıya ait olduğuna emindi. Bir odada ilerlediğini hissetti ama sanki bedeninin içinde değildi, adımları yere düşmüyordu da ruhu o odanın içinde süzülerek uçuyor gibiydi.
Bir an görüntü dondu. Odadan geriye doğru çekildiğini, bir şeyin onu sürüyerek oradan uzaklaştırdığını hissetti. Nefesi kesildi, gözlerini iri iri açtığında şimdi içinde olduğu odaya geri dönmüştü. Gözlerini önce kucağına düşen kitaba, ardından belirgin karnına çevirdi ve “Bu da neydi?” diye fısıldadı. Daha sonra çağrı yeniden zihninin kapılarını zorladı, girmek için yollar aradı, aktifleşen büyülerin ördüğü duvardan geçmeyi denedi. Sezgi ellerini başının iki yanına koyup acıyla inlediğinde, Ceyhun hızla ona doğru ilerleyip, “Bebeğim,” dedi korkuyla. “Sezgi, iyi misin? Başın mı ağrıyor?”
“Ben, bilmiyorum,” dedi Sezgi, sesi biraz tuhaftı, rengi benzi atmıştı ve ağrı hızla kafasının üzerinde hareket ediyordu.
Bedeni yeniden kasıldı, krampların tüm vücuduna yayıldığını hissetti. Ceyhun korkuyla ona dokunduğunda birden enerji tarafından itildi ve savrularak yere düştü. Sezgi şaşkınlıkla gözlerini irileştirdi, doğrulmak istedi ama bunu yapamadı. Bedeni tekrar kramplarla sancıyarak âdeta taş kesildi. Gözleri geriye doğru kayarken Ceyhun’un bağırış seslerini duydu ama hiçbirine yanıt veremedi.
Hızla çağrıya çekildi.
Daha önce gördüğü o kadın, zihninin içinde, çağrının tam ortasındaydı. Kızıl kahve, büyüleyici gözleri Sezgi’nin yeşil gözlerine saplanmış durumdaydı. Konuşmak istiyordu, dudaklarını aralıyordu ama sesi bir türlü Sezgi’ye ulaşmıyordu çünkü inatçı cadının büyüleri çağrıyı karıncalandırıyordu. Tıpkı çekmeyen bir kanal gibi görüntü bozuluyor, yaşlı kadının yüzü bir anlığına kaybolup, yeniden beliriyordu.
Sezgi korkuyla, “Sensin!” dedi çağrıdaki kadına. “Seni biliyorum, sensin! Mahinev’in babaannesisin, değil mi?”
Çağrı titreşti. Sezgi büyülerini durdurmayı denedi ama yapamadı, bir tehdit altında olduğunu hisseden zihni bariyer örmüştü. Sezgi, “Seni duyamıyorum!” diye bağırdı tüm gücüyle, kadın onu duyuyor gibiydi ama Sezgi kadının görüntüsünü bile tam olarak yakalayabiliyor sayılmazdı. Her şey pürüzlüydü. Gelip gidiyordu. Belirsizdi.
“Bir mesaj mı vermeye çalışıyorsun?” diye sordu Sezgi panikle, çağrıdaki görüntü bir defa daha titreşti. Kızıl gözlerdeki tedirginliği gördü, bu içini korkuyla kapladı. Bu kadim gücün sahibini biliyordu, daha önce de çağrılardan birinde ona rastlamıştı; ilk kez tedirgindi. Neler oluyordu? Sezgi büyülerini durdurmak için kendini kasabildiğince kastı, bedeni ağrıyla sıkışırken bir anlığına büyüler dağılarak çağrıyı kabul etti.
“Beni duyabiliyor musun?” dedi Sezgi korkuyla.
Ve sonunda kadının, “Seni duyuyorum,” dediğini duydu. “Acele etmelisiniz.” Anlayamadığı bu cümle karşısında çağrıdaki kadına sorgulayıcı gözlerle baktı. “Vakit daralıyor, acele etmelisiniz. Bir an önce İstanbul’a gelmeliler.”
“Orada bir sorun çıktı, değil mi?” diye sordu Sezgi korkuyla. “Orada bir şey mi oldu?”
Kadının kızıl gözleri titreşti, çağrının sona ereceğini fark eden Sezgi, “İyi misiniz, bunu söyle!” diye bağırdı.
Görüntü kül gibi dağılmadan hemen öncesinde, kadim gücün sahibi, kızıl gözlerini yavaşça yumarak, “Acele edin,” diye fısıldadı.
Sezgi boğuluyormuş gibi derin bir nefes alarak gözlerini açtığında, Ceyhun ve Yaren dehşet içinde onun önünde durmuş, “İyi misin?” diye soruyorlar, ikisi tek ağızmış gibi aynı anda konuşuyorlardı. Sezgi soluk soluğa kaldığı için Yaren hızla bir bardak su uzattı. Sezgi zorlanarak su bardağını alıp dudaklarına götürdü, birkaç yudum su, duyduğu kelimeleri hazmetmesini kolaylaştırmak ister gibi boğazından akıp gitti.
“Ne gördün?” diye sordu Yaren, Ceyhun irkilerek Yaren’e baktı. Sezgi bir şey mi görmüştü? Olanlara bir türlü akıl sır erdiremiyordu.
Sezgi, su bardağını dudaklarından uzaklaştırırken, “Mahinev’in babaannesi,” diye fısıldadı, daha sonra güçsüz düştüğü için suspus oldu. Yaren korkuyla bir adım gerilerken, Ceyhun bir adım öne gelip sevdiği kadının yüzünü avuçlarının içine aldı.
“Ne oldu, söyle bana,” dedi merakla. “Ne gördün?”
“Mahinev’i bulmalıyız, hem de hemen,” dedi Sezgi nefes nefese. Ceyhun’un gözlerinin içine baktı, ardından bakışlarını Yaren’e çevirdi ve “İstanbul’dan bir çağrı aldım,” dedi sessizce.
“İstanbul mu?” diye sordu Ceyhun dehşetle.
Yaren, “Bir çağrı,” derken korkudan bembeyaz kesilmişti.
“Neler oluyor burada, ne bu gürültü?” diye sorarak içeri giren Manbel, kızının renginin kireç tonlarına çaldığını görünce korkuyla, “Yaren,” dedi. “Ne oldu?”
Yaren kafasını kaldırıp biyolojik babasının gözlerinin içine baktı ve “Sezgi,” dedi. “İstanbul’dan bir çağrı aldığını söylüyor.”
❄️
Efken, “Bu kez daha iyiydin,” derken uçurumun kenarından arabaya doğru ilerliyorduk. İbrahim şımarık bir şekilde, “İyiydim iyiydim, değil mi? Daha fazla öv beni, şöbiyetim,” diye şakıyordu.
Efken, gözlerini devirdi. “Dayak yemeden günü bitirdiğin için şükredeceğine şansını zorlamaya devam ediyorsun.”
“İdmanlıyım. Üstelik beni sekiz dokuz, hatta on beş yirmi mahalle koştursan o kadar hoşuma giderdi ki. Uzun zamandır haşin sevdamızın üzerinde rüzgâr gibi esmediğimizi fark ettim. Hepsi sadece ruhen değil, bedenen ve zihnen, fikren ve gerçekten yılan olan bu kadın yüzünden. Neler oldu bize, Efken’im? Neler oldu sevgimize? Oysa bu kadın gelmeden önce biz seninle ekmekle tuz gibiydik, yaz gününde buz gibiydik, sekiz ve dokuz gibiydik, Türkçe pop bir şarkı gibiydik,” dedi dramatik hareketler sergileyerek.
“Abartma tozu,” diye homurdandım.
“Sus sen. Beni sürüne aldın diye kocamı çalmanı sineye çekecek değildim.”
“Bazen ciddi olduğunu düşünüyorum.”
“Ciddi olmadığımı düşündüren bir şey mi vardı zaten?” diye homurdandı İbrahim, daha sonra sulu bir şekilde sırıtarak Efken’e sırnaşıp onun koluna girdi. Efken homurdanarak kolunu geri çekerken İbrahim’e, “Sikerim elini ayağını, jöle gibi oynayıp durma,” dedi sertçe.
“Oysa ben senin yediğin pastanın üzerindeki vişne olmak istemiştim,” dedi İbrahim dudaklarını bükerek.
“Uğraşamam seninle, sümsük herif.”
“Sümsük dediğin herif portal açıp seni boyutlar arası bir gezintiye çıkaracak şekerim, söyleyeyim dedim.” Aniden taşa takılıp yere düştüğünde Efken ile aynı anda güldük.
“Herif daha düz yolda yürüyemiyor ama beni boyutlar arası tura çıkaracakmış, bak sen,” dedi Efken alayla.
“Ben burada yere kapaklanmışım, siz orada gülüyorsunuz. Dost musunuz düşman mısınız belli değil. Biri de elinden tutayım, kaldırayım demiyor.” İbrahim ayaklanıp bize dik dik baktı. “Şu portal işini bir çözeyim, paraya para demeyeceğim zaten. Hemen bir boyutlar arası tur şirketi açacağım.” Efken’e yan yan baktı. “Seni de muavin olarak alırım istersen. Sonuçta senden daha zengin olacağım.”
Telefonum çalmaya başladığında Efken, İbrahim’le dalga geçmeye devam ediyordu. Arayanın Sezgi olduğunu görünce kaşlarımı çatarak telefonu açıp kulağıma yasladım. Efken, İbrahim’i arabaya doğru koşturmaya başlamıştı. İkisine gülerek baktım ve tam o sırada, hattın öteki ucundaki Sezgi panikle, “Mahinev!” dedi, bir an yüzümde asılı duran o gülümseme silindi, yerine kuşku ve tedirginlik eklendi.
“Sezgi,” dedim, adımlarım yavaşladı. Kalbimde karanlık bir hisle, “Bir sorun mu var?” diye sordum.
“Evet, bir sorunumuz var.” Bir hışırtı sesi duydum, kurduğu cümlenin devamını beklerken gözlerimi Efken ve İbrahim’den çekemedim ama ellerim uyuşmuş vaziyetteydi.
Efken, İbrahim’in sırtına bir tekme atarak onu yüzüstü düşürdü, daha sonra sırıtarak eğilip yerde yatan İbrahim’e bir şeyler söyledi. İbrahim çocuk gibi bağırıyor, dramatik sesler çıkarıyordu.
“Bir çağrı aldım,” dedi Sezgi. “İstanbul’dan.”
🎧: DARK SANCTUARY, CET ENFER AU PARADIS