🎧: Red Moon Architect, Deathrone the darkness
Sıcak kanımın içinde dolandığı hâlde ısıtamadığı soğuk kalbim, dizleri üzerine çökmüş çaresizce cümleler kuran kadına bakarken hiç olmadığı kadar hızlı çarpıyordu.
Onu tanıyordum.
Onun Sapphire olduğunu, elmastan bedenimin yanında bir muhafız gibi duran safir taşlarla süslü yılan olduğunu, Manbel ilk saldırısını gerçekleştirdiğinde yılan formuyla gelip beni koruduğunu biliyordum. Ona bakarken Mēness sanki kafasını omzumun arkasından uzatıyor, eski dostunu görmenin heyecanı ve özlemiyle yanıp tutuşuyordu. Bu tuhaf, bir o kadar da tanıdık hissin kaybolmasını beklerken saniyeler akmaya devam etti.
“Sapphire,” diye fısıldadım, aniden dizlerimin üzerine çöküp elimi yanağına bastırdığımda ise gözlerini kaldırdı ve yüzüme baktı. Ona dokunduğum için bedenindeki kör bıçak titremeler artmıştı. “Sana ne oldu?”
“Sizin için gelecekler.” Titreyerek konuşmaya çalışıyor, bazen kendi kendine sessizce bir şeyler mırıldanıyordu.
Elimi omzuna bastırmamla birlikte duruldu, gözlerini gözlerime sabitledi. Onu tanıyan gözlerim görüşünü bir yılanın görüşüne devrederken karşımdaki güzel göz bebekleri de benimkiler gibi yavaşça incelip kalınlaştı. Titreşen elipsi izlerken gözlerimi kıstım.
“Sakin ol,” dediğimde başını hızlıca salladı, gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Elim omzundayken titremelerinin azalmaya başladığını fark etmiştim.
“Hıhım,” diye mırıldandı.
Duyduğum hırıltılarla gözlerimi ondan ayırıp verandaya çevirdim. Bir düzine kurt evin önünde duruyor, hırıltılar çıkararak bize bakıyorlardı. Sapphire, onları için bir tehlike olmalıydı, bu istemsizce kaşlarımı çatmama neden oldu.
“Sorun yok. O benimle.” Sesim bir kemik kadar sert çıkmış olacak ki, sesimi duyduklarında bir bir geri çekilmeye başladılar.
Memnuniyetsizliklerini hissetsem de buna aldırış etmedim. Elimi Sapphire’ın sırtına bastırıp onu kaldıracağım sırada bir kurdun hâlâ orada durduğunu, hırlayarak bize baktığını gördüm. Patisini öne doğru atmış, pençeleri karlara saplı, tetikte bir şekilde beklerken hırlamaya devam ediyordu.
Efken aniden arkamdan çıkıp verandaya yürüdü. Farklı bir dil kullanarak, “Kapat çeneni!” diye hırladığında gözlerim bu defa ondaydı. Ondan ilk defa duyduğum bu dil beni duraksatmıştı. Çoğu dili bilmesem de aşinaydım. Farsça konuşmuş olmalıydı.
Hırlayan kurt korkarak geri çekildi, kulaklarını indirip geriye doğru yatırarak mırıltılar çıkarırken geriye doğru adımlamaya başlamıştı ve bu sırada ürkek gözlerle Efken’e bakmaya devam ediyordu.
Sapphire’ı yerden kaldırdığım sırada Sezgi de geldi ve kızı diğer kolundan tutarak bana yardım etti. Salona gireceğimiz sırada Sezgi’yi durdurdum. “Bana bırak, üzerinin temizlenmesi gerek,” dediğimde başını anlayışla salladı. Diğerlerinin arkamdan baktığını hissediyordum, özellikle de o bakışların arkasında sırtımı delen bir bakış vardı. Efken. Kurt bu işe oldukça temkinli yaklaşıyordu.
“Medusa,” diye seslenince omzumun üzerinden ona baktım. Kapıda durmuş bana bakıyor, şu an ne hissettiğimi anlıyor ama yine de ben dışındaki kimseye güvenmiyordu. Hele ilk defa gördüğü garip kılıklı bir kıza asla güvenmeyeceği gün gibi ortadaydı.
Ona sorun olmadığını göstermek için gülümsedim, tebessümüm karşılığında bakışları derinleşti ama bir şey söylemedi.
Sapphire’ı odalardan birine soktum. Onu dikkatlice yatağın üzerine oturturken her hareketimi büyük bir ilgiyle izlemesi gözümden kaçmamıştı. Kızıl gözleri bana kendi gözlerimi anımsatmıştı, sadece benim gözlerim daha çekikken, onun gözleri son derece iriydi. Üzerinde kanı kurumuş çizikler olan ellerini bacaklarının arasına sıkıştırdığında gözlerim ellerine kaydı.
“Merak etme, burada güvendesin. Ben buradayım.” Kelimelerim yan yana gelince ona ne hissettirdi bilmesem de kızıl gözlerde net bir hayranlık görüyordum. Bir kadın bedenindeydi ama gözleri bir çocuğa ait gibi bakıyordu. İstemsizce gülümsedim bu hâline. “Seni temizleyelim, yaralarına bakalım. Anlatacakların daha sonraya da kalabilir.”
“Ama çok önemliler,” dedi başını iki yana sallayıp bana doğru eğilirken. “Tehlikedesiniz, Kraliçem. İntikam için gelecekler.”
Kaşlarımı çatarak, “Şu an önceliğim sensin,” dediğimde gözlerini büyüterek bana baktı. Omzuna hafifçe dokundum. “Duş alıp üzerindekileri değiştir. Yaralarına bakayım.”
“Tamam,” dedi uysal bir sesle.
Oturduğu yerden kısık sesle inleyerek kalkınca yüzüm gerildi, onu bu hâle getirenin ne olduğunu merak ediyordum. Bahsettiği şeyden biraz olsun çıkarım yapabilmiştim evet ama bana tamamı lazımdı.
Banyoya girip üzerindeki her yanı yırtık olan elbiseyi tamamen çıkarmaya çalışırken yüzünü buruşturup duruyordu. Mahinev olarak onu ilk kez görüyordum ama sanki yüzyıllardır tanıdığım kadın karşımda acı çekiyordu. Bunun içimde oyuk gibi büyüyerek beni boşlukta büyüyen yankılar kadar kuvvetli bir ağrıyla doldurması saçma mıydı? Çünkü boşluğumda büyüyen ağrıyı hissediyordum, son derece gerçekti.
Ona yaklaştığımı hissettiğinde öylece durdu. Elbisesini çıkarmasında ona yardımcı oldum, sessizce beni izliyor, minnetle bakıyordu. Vanayı çevirip suyun küvete dolmasını sağladım, bir yandan da suyu kontrol ediyordum. Aniden içime dolan bu şefkatin ve sorumluluk hissinin sorgusunu yapamıyordum. Her şey olması gerektiği gibiydi sanki.
“Küvete girmelisin,” diye fısıldadığımda başını salladı ama bunu da yapamadı, bedeninde ciddi bir hasar vardı. Kemiklerinde kırık olup olmadığını merak ederek ona doğru ilerledim. Küvetin içine girmesine yardım ettiğim sırada odanın kapısının açıldığını duydum. Sapphire irkilerek suyun içine girerken elimi başına yasladım. Gelen kişiyi tanıyordum, onun yaydığı tanıdık enerjiyi tüm hücrelerimde hissediyordum.
Elimin altında gerilen Sapphire’a, “Sorun yok,” diye fısıldadım, bu iki kelime onu rahatlatmaya yetmiş gibi gevşedi.
Crystal, banyonun kapısında durup şaşkın gözlerle bize bakmaya başlamıştı. Gözlerinde sorgu olduğunu görebilmek için ona bakmama gerek yoktu. Yine de omzumun üzerinden ona doğru baktım. Ateş sarısı gözleri Sapphire’ın üzerindeydi. Sapphire ona bakmıyor, su aktıkça köpüren suyun yüzeyine bakıyordu.
“Crystal,” dediğim an, ateş rengi gözlerini bana çevirdi. “Onun için giyecek bir şeyler getirebilir misin? Sezgi sana yardımcı olur.”
Crystal gözlerini tekrar ona çevirip, “Sapphire,” diye mırıldanınca, “Crystal,” dedim uyarıcı bir sesle. İrkildiğini gördüm, ardından bakışlarını hızlıca toparlayıp başını sallayarak hızlı bir şekilde odadan çıktı.
Duş başlığını uzun, kurum siyahı saçlarına tutup saçlarını ıslatmaya başladığımda ben sakin gözlerle onu izliyor, saçlarını temizliyordum, o ise sessizce bekliyordu. Çok korkmuş görünüyordu. Bu korkusu kendisi için değildi, bunun farkındaydım; benim için korkuyor, bana bir şey olacak düşüncesiyle içindeki korkuyu daha da körüklüyordu. Dudaklarım yukarı kıvrıldı, gülümsememi bastıramadım ve uzanıp suyu kapattım.
Ben temizlenen saçlarını omuzlarına doğru attığım sırada Crystal elinde bir bornoz, birkaç parça kıyafet ve havluyla içeri girdi. Elindekileri bana verdikten sonra banyodan çıktı ama banyodan çıksa bile, banyo kapısında dikilmeye devam ettiğini biliyordum.
Sapphire bornozu üzerine geçirip uzun saçlarını havluyla sardıktan sonra birlikte banyodan çıkıp odaya geçtik. Takındığı mahcup tavır beni sinirlendirse de onu anlayabiliyordum. Kurulanıp Crystal’in onun için getirdiği kıyafetleri giydi. Kazak ve eşofman içindeki görüntüsü normal bir insanın görüntüsünden farksızdı. Yanına gidip saçlarını kurulamaya başladığımda her ne kadar itiraz etmiş olsa da karşı çıkmaktan korktuğunu belli ediyordu.
Ben onunla ilgilenirken Crystal sessizdi, bir kenarda dikilmiş bizi izliyordu. Bazen zihnime sesini düşürüyor, bana sorular soruyordu ama şu an için tercihim onu görmezden gelmekti. Bedenindeki yaraları da sardıktan sonra odadan çıktık. Ciddi bir yarası yoktu ama yine de sızladıklarına emindim.
Salona girdiğimde herkesin bir köşede oturduğunu gördüm. Ulaş ve Ceyhun’u görememiştim ama verandadan gelen seslerini duyabiliyordum. Sapphire içeri girince Sezgi’nin yeşil gözleri ona çevrildi, koltukta yana kayarak boşluğa vurdu. “Gel otur,” dedi sakince, Sapphire bu komutun onayını almak istiyor gibi bana bakınca gülümseyerek başımı salladım. Çekimser de olsa ona söyleneni yaptı ve Sezgi’nin yanına oturdu.
Efken, kolunu koltuğun sırt kısmına doğru uzatıp bana baktığı an bakışlarına karşılık verip yavaşça ona doğru ilerledim ve yanına oturdum. Sırtımı yasladığımda kolunun baskısını boynumda hissetmiştim. Sapphire üzerindeki bakışlardan rahatsız olmuş gibi yerinde kıpırdanarak gözlerini bana dikti.
“Şimdi bize neler olduğunu sakince anlatır mısın?” diye sordum, sesim sakin olsa da sorgu keskindi. Kızıl gözleri bir süre yüzümde bekledi, kelimeleri toparlamak için kendine zaman ayırmış olsa gerekti.
“Medusa heykeli,” dedi, ona bakmaya devam ederken gözlerim birdenbire kısıldı. “Medusa heykelinin gözlerinden kanlı gözyaşları akmaya başladı.”
Zihnimde bir radyonun cızırtılarını anımsatan uzun soluklu bir frekans sesi yankılandı. Zihnime gerilen perdeye eski bir görüntü, bir insanın damarında dolaşan kan gibi akın ederek can kazandı. O görüntünün odağında büyük bir heykel vardı. Öfkeli gözlerle bakan heykeldeki kadının saçları yılandandı ve bu görüntü biliyordum ki eski bir âna aitti. Çok geçmeden o öfkeli taş gözlerden kan renginde gözyaşları salınarak akmaya, heykelin yüzüne şeritler şeklinde kandan gözyaşları çizmeye başladı.
“Medusa heykeli mi?” diye sordu Sezgi sessizce, buna anlam yükleyememiş gibiydi.
“Seni bu kadar endişelendiren şey tam olarak ne, Sapphire?” Diğerlerinin gözlerinde de benimkine benzer bir merak dolaşırken sorduğum soruydu bu.
“Bu hiç iyi bir haber değil, Kraliçem,” derken sesindeki korku yeniden boyut değiştirmişti, artık bu sadece korku değildi, bu dehşetti. “Cadılar öç almak için gelecekler.” Sakin gözlerle ona bakmaya devam ettiğimi fark edince bir an duraksadı. Sanırım bu haberin bende daha büyük bir tepki uyandırmasını bekliyordu ama kulağımda nefesini her daim hissettiğim kadın da benimle aynı fikirdeydi; onlardan korkmuyorduk.
“Gabriel ile ilgili olduğunu söylemiştin,” diye mırıldandığım anda başını salladı. “Yaşlı, hırsız cadıya da bakın siz…”
Efken’in bakışlarını yüzümde hissettim. “Sadece Gabriel için mi intikam istiyorlar?” diye sorduğunda bakışları bendeydi ama cevabı Sapphire’dan bekliyordu.
“Hayır, Lordum,” dedi Sapphire, o anda Efken’in sert bakışları ona çevrildi. “Aslında onların en çok istediği şey bizim, yani yılanların özü. Yıllardır kraliçeyi arıyorlardı ama arada bir anlaşma olduğu için saldırmaya cesaret edemiyorlardı.”
“Gabriel’in ölümü de bu anlaşmayı bozdu,” diye mırıldandı Sezgi, tüm bakışlar ona çevrildiğinde o düşünceli gözlerle kendi ellerini izliyordu.
“Haklısınız,” dedi Sapphire. “Anlaşma bozuldu ve şimdi de intikamla birlikte yılanların özünü istiyorlar.”
“Neden bunu istiyorlar ki? Mahinev’in uyandığını öğrenmişlerse bu tehlikeyi nasıl göze alabiliyorlar?” diye sordu İbrahim, sorularına bir cevap arar gibi karşısındaki kadına baktığı sırada Efken’in parmaklarını ensemde hissettim. Parmaklarını enseme sürtüyor, kaskatı olan bedenim ürpererek usulca gevşiyordu.
“Cadılar tahmin ettiğinizden de güçlüdür.” Sapphire, kızıl gözlerini İbrahim’e saplayıp sakince konuşmaya devam etti. “Yaptıkları çoğu büyü eski ve tehlikelidir. Yılanların özünü ise büyülerinde kullanmak istiyorlar. Bunu yaparlarsa onları yenmek hiç de kolay olmaz.”
Mustafa Baba sessizliğini, “Bu küçük kız haklı,” diyerek bozdu. “Cadılar tehlikeli yaşam formlarıdır.”
“Sezgi de onlardan biri,” dediğimde Sezgi parlak yeşil gözlerini bana döndürdü. “Cadılar arasında dost olanlar, bizim yanımızda olanlar olacaktır. Kim olduğumu bilen bir cadı, kolay kolay da karşımda durmaz.”
“Kraliçem,” dedi Sapphire telaşla, bedenini öne doğru eğip bana baktı. “Sizin elbette ki farkınızdalar. Bir an önce tüm gücünüzü tanımalı, yönetebilmelisiniz. Gücünüzü ellerinizin arasına alıp kontrol altına aldığınızda size ulaşmaları imkânsızlaşır.”
“Biliyorum,” diye fısıldadım, her ne kadar sakin görünsem de düşüncelerin soğuk suları yükselip bedenimi içine almış, beni çoktan boğmaya başlamıştı.
“Ben buradayım, sen de buradasın,” dedi Crystal, sesi gergindi, bu konudan hiç hoşlanmamıştı. “Şu kurt,” deyip Efken’i gösterdiğinde Efken ona düz düz baktı, “ve sürüsü de burada. Savaştan haberdar olduysalar karşılarında kimlerin duracağını biliyorlardır.”
Efken dik dik Crystal’e bakarak, “Kadın sana cadılar bildikleri şeylere rağmen beyinleri yokmuş gibi davranıyorlar, bu yüzden de her şekilde saldıracaklar diyor, anlamıyor musun Çıngıraklı?” diye sorunca, Crystal’in gözleri öfkeyle ateş olup parladı.
Tam Efken’e cevap vermek için dudaklarını araladığında, aralarındaki gerginliğin süreceğini anlayıp sert bakışlarımı Crystal’e sabitleyip dirseğimle Efken’in karnına vurdum. Efken hırıltılı bir ses çıkarırken Crystal gözlerini kaçırdı.
“Kedi köpek gibi didişmenin zamanı değil,” dedim sertçe.
“Ben büyük savaşa gelemedim çünkü cadılar beni esir almıştı,” diyerek dikkatleri konuya çekmeye çalıştı Sapphire. “Benden yerinizi öğrenmeye çalıştılar ama söylemedim, uzun uğraşlar sonucunda ellerinden kaçabildim.”
“Sana çok zarar vermişler,” dediğimde başını iki yana salladı.
“Mühim değil. Yanınızda olamadığım için özür dilerim.”
Uzanıp Sapphire’ın elini avucumun içine aldım ve gözlerimi pencereden dışarıya çevirdim. O, ellerime bir elması tutuyormuş gibi bakıp dokunurken cama çarpıp yapışan kar tanelerini izliyordum. Ortama bir sessizlik çökmüştü ama hepsinin düşüncelerinin ağırlığını sanki benim zihnime aitlermiş gibi tüm gerçekliğiyle hissedebiliyordum.
Birkaç hafta öncesine kadar en büyük derdimiz Manbel’miş gibi gelmişti. Şu an hepimiz sorunların yeni başladığının farkındaydık. Cadılar bana ait olan özleri istiyordu. Sadece beni ya da bendeki özü değil, diğer bütün yılanlarımın özünü de istiyorlardı. Onların bu isteği içimdeki öfkeyi büyüttü, damarlarımda gezen zehrin bir ateş gibi bedenimi yakmaya başlamasına sebep oldu.
“Merhaba.” Yaren’in sesi kulaklarıma dolunca duraksadım. Düşüncelerim bir duvara toslamış gibi dağılarak yere yıkıldı ve anlık olarak içinde bulunduğum kelime yığınından uzaklaşıp sesin aktığı yöne döndüm. Dalgın gözlerim onu bulduğunda, meraklı siyah gözlerinin Sapphire’ın üzerinde olduğunu gördüm. Evin ortasına yıldırım gibi düşen bu yabancının kim olduğunu sorguladığı apaçık ortadaydı.
Sapphire sessizce başını sallayıp onu selamlarken gözüme çok ürkek görünmüştü. Yaren parmaklarını ensesine bastırıp yüzünü buruşturdu, dengesiz adımlarla Sezgi’nin diğer yanına oturdu; oraya sığabilmek için Sezgi’yi biraz itmişti.
“Başım fena çatlıyor. Fazla mı uyudum acaba?” diye kendi kendine mırıldandı.
Efken gözlerini Yaren’den ayırıp bana çevirmeden hemen öncesinde ona bakmaya başlamıştım. Bakışlarıma karşılık vermesi uzun sürmedi. Gözlerimiz birbirine takılıp kaldığında ne düşündüğümü biliyordu, ben de onun ne düşündüğünü biliyordum. Yaren kendisine ne olduğundan bihaberdi. Bu gayet ortadaydı. Efken kaşlarını çatarak tekrar Yaren’e bakınca dudaklarımı birbirine bastırdım. Koca adam her ne kadar sakince oturuyor da olsa Yaren için endişelendiğini anlayabiliyordum.
“Küçük bir ayı gibi uyuyorsun, bitter çikolatam,” dedi İbrahim cilveli bir şekilde ona yaklaşırken. Efken’in ensemdeki parmaklarının bile kasıldığını hissettim ama sessiz kalmayı tercih etti. Şu an İbrahim’in asıl niyetinin o da farkındaydı.
Yaren, “Sensin ayı,” diye homurdandıktan sonra Sapphire’a baktı. “Misafirimiz var sanırım. Ben Yaren, sen kimsin?”
İbrahim kırılmış gibi elini kalbine götürürken, Sapphire, “İsmim Sapphire,” dedi çekingen bir tavırla. “Kraliçem için geldim.”
Yaren kaşlarını kaldırarak bana baktığında omuz silkmekle yetindim. Bir yandan ensesini ovuyor, bir yandan da meraklı gözlerle Sapphire’ı inceliyordu. Tıpkı bir çocuk gibi her şeyi merak edip irdelemeye çalışması beni çoğu zaman güldürüyordu.
“Kraliçen için mi?” diye sordu kafası karışmış gibi.
“Evet, Kraliçem için.” Sapphire bakışlarını bana yönlendirince, Yaren bir kez daha bana doğru baktı.
Crystal ilgili bir ses tonuyla, “Sapphire,” deyince Sapphire hemen ona doğru döndü. “Seni benim evime götüreyim, biraz dinlen. Merak etme benim evim güvenlidir.”
Sapphire endişeyle sarılmış gibi panik içerisinde bana bakınca bir süre tepki vermeden onu izledim. O da bu süre zarfında, “Bilmem ki,” diye cevap verdi ama ses tonundan bile bunu kesinlikle istemediği anlaşılıyordu.
“Bu gece burada kalsın,” dedim Crystal’e dönerek. “Her ihtimale karşı yanımda kalması daha iyi. Sonrasını daha sonra düşünürüz.”
Crystal bu karara saygı duymaya karar vermiş olacak ki, “Nasıl isterseniz,” diyerek ayaklandı. “Ben artık gitsem iyi olur. Bana ihtiyacınız olursa gelmem birkaç dakikamı almaz.”
“Dikkatli ol,” dediğimde başını sallayıp bana şefkatle baktı.
Mustafa Baba’nın da ayağa kalktığını fark ettim. “Ben de gideyim artık, çocuklar,” dedi, normalde de ağzından zorla laf aldığımız yaşlı adam, bugün ekstra içine kapanık görünüyordu.
İlerleyen saatlerde herkes dağılmış, evde büyük bir sessizliği ağırlamaya başlamıştık. Sapphire’ı yerleştirebileceğimiz bir oda olmadığından Yaren onu kendi odasına davet etmişti. Yaren’in odası çok büyük olmasa da iki genç kadının rahatlıkla bir arada kalabilecekleri genişlikteydi ve konforlu sayılırdı. Yaren kendi elbise dolabının kapaklarını sonuna dek açıp, bu yeni kızın kendini rahat hissetmesini sağlamak adına ona kıyafetlerini sunmuştu. Sapphire çekingendi, gülümseyip teşekkürlerini sunsa da kıyafetlere dokunmamıştı.
Yorgun bir şekilde odaya girip, kapıyı ardımda aralık bırakarak yatağın önüne doğru ilerledim. Efken arkamdan odaya girip kapıyı kapattığı sırada üzerimdeki kazağı çıkarıyordum. Nefesinin sıcak bir rüzgâr gibi enseme, ardından da tüm omurgama yayıldığını hissedince ürperdim. Elini çıplak karnıma bastırıp, çenesini omzuma yasladığında derin bir nefes aldım. Sanırım kendimi nadiren iyi hissettiğim o büyülü anlardan birinin içindeydim ve nihayet nefes alabiliyordum.
“Haklılar,” diye fısıldadığım anda karnımın üzerinde asılı duran güçlü parmakları kasıldı. “Mēness’in reenkarnasyonu olsam da onun kadar güçlü değilim.”
“Sen sandığından daha güçlü bir kadınsın,” dedi güven verici kalın sesiyle. Başımı geriye doğru atıp güçlü omzuna yasladım. “Ben de senin elindeki iyi bir kartım.”
Kaşlarım çatılırken gözlerimi yüzüne çevirdim. “İstedikleri benim. Samuel’i öldüren zehir bendim.”
“Bunu gözleriyle görmediler,” deyip dudaklarını omzuma bastırdı, geri çekildiğinde bedenimi ona doğru döndürdüm. “Gabriel’i ben öldürdüm ve bu yüzden anlaşma da bozulmadı. Sizin anlaşmanız devam ediyor.”
“Saçmalıyorsun,” derken başımı iki yana salladım, öfke usulca göğsümdeki boşluğu doldurup kuşatmaya başlamıştı. “Buna inanacak kadar aptal değiller. Üstelik yapmadığın bir şeyi üzerine almanı da istemiyorum.”
“O herifin boynunu kesen bendim, Medusa,” dedi, kaşları çatıldı ve uçurum mavisi gözlerini öfkeyle kıstı. “Okları üzerime çekme konusunda ne kadar başarılı olduğumu biliyorsun, inanmama imkânları yok.”
“Dalga geçmeyi bırak,” dedim sinirle. “O cadıya kanımı içirip öldüren bendim, üstelik bunu hak etmişti. Bıraksaydım da seni ya da arkadaşlarımı mı öldürseydi?” Taytı bacaklarımdan hırsla çıkarıp kenara fırlattıktan sonra sert adımlar atarak dolaba yöneldim. “O cadı asırlardır yaşıyordu, sadece boynu kesildiği için ölmeyeceğini her aptal anlar. Onu benim kanım öldürdü.”
Efken’in öfkeyle aldığı hırıltılı nefesleri duyuyordum ama ona bakmak istemiyordum. Beni korumak istediğinin farkındaydım ama sırf beni korumak uğruna kendisini böyle bir tehlikenin ortasına atmasına izin veremezdim. Dolaptan aldığım geniş kazağı üzerime geçirirken aynaya yansıyan görüntüsüne ilişti gözüm, yansıması tüm ışıltısıyla karşımdaydı ve öfke bedenini kurşun gibi sarmıştı.
“Bıraksaydım da seni öldürseydi, öyle mi?” diye sorduğunda sesi bir buzun yüzeyinde oluşan soğuk buhara benziyordu. Duraksadığımda susmadı, devam etti: “Sen kendinde beni koruma hakkı bulabilirken bana seni koruma hakkı vermeyeceksin, öyle mi? Kim karar veriyormuş lan buna?!”
Yüzümü ona doğru dönüp, “Aynı şey değil!” diye bağırdım en zehirli öfkemle.
Öfkemi soluduğu için mi yoksa ona meydan okuduğum için mi bilmiyordum ama yüzündeki tüm kaslar seğirirken dudakları gerilmişti. Tehdit bir gölge gibi yere uzanmıştı, onun vücudunun şeklini almış olsa da vücudundan değil kalbinden uzanan bir tehditti bu.
Parmağını bana doğru uzatırken o tehdit daha da devleşti. “Aynı şey,” dedi öfkeli olmasına rağmen kısık ve tehditkâr yükselen sesiyle. “Bana bencil olduğumu söylüyordun, şimdi senin benden ne farkın var?”
Bir an ona söyleyecek bir şey bulamayıp gözlerinin içine bakmakla yetindim. Eline bir silah gibi verdiğim cümleleri üzerimde kullanıyordu. Sonunda öfkeyle, “Hiçbir şeyi anlamayan mankafanın tekisin!” diye bağırıp koluna çarparak yanından geçtim ve yatağın üstündeki örtüyü kaldırıp yatağın üzerine çıktım.
“Belki şu an karşımızda olan Gabriel gibi tek bir kişi değil, yüzlerce kişi ama emin ol, Mahi,” derken gözlerini tam karşısındaki dolabın kapağına dikti. “O gün de yüzlerce cadı olsaydı, sen yine beni korumak isteyecektin.”
Anlık bir sessizlik yaşandı. Kalp atışlarım, saatin tik takları gibi odanın içinde dolaşırken, Efken’in bedenini bana doğru döndürdüğünü hissettim. Bakışlarımı pencereye çevirdiğimde onun bana baktığını hissedebiliyordum.
“Bunu yapmana izin vermeyeceğim, Efken,” diye fısıldadığımda pencereden görünen ayı izliyordum.
“Seni korumak için senden izin istemeyeceğim,” dedikten sonra bana herhangi bir cevap hakkı tanımadan kapıyı açıp odadan çıktı.
Kapının çarparken çıkardığı ses gözlerimi yumup geri açmama neden oldu.
Üstüme çöken ağırlıkla yatakta küçülebildiğim kadar küçüldüm. Haklılığı bir bıçak olup karnımı deştiği sırada cenin pozisyonu alıp dişlerimi geçirmekten ağrıttığım yanağımı yastığa bastırdım. Ne kadar dil dökersem dökeyim beni dinlemeyeceğini, kendi bildiğini okuyacağını biliyordum ve bu karnımdaki ağrının yorgunluğumu bile geride bırakmasına neden oluyordu.
Göz kapaklarım bedenimin yorgunluğuna daha fazla dayanamayıp birbirine tutundu. Alt ve üst kirpiklerim mengene gibi birbirlerine sarıldı. Dakikalar, saatler geçiyor, gözlerimi sıkıca yummama ve yorgunluktan bitap düşmeme rağmen bir türlü uyuyamıyordum.
Sonunda uyku bir oyuk bulup zihnime sızmaya başladı. Zihnim gibi bedenim de tamamen boşluğa düşmeye başladığı sırada üzerimin bir örtüyle örtüldüğünü hissettim. Gözlerimi açamayacak kadar yorgun hissediyordum.
Ama beni örten kişinin kim olduğunu biliyordum.
“Güçlü bir kadın olduğun doğru,” diye fısıldadığını duydum. “Ama bu, ayak direten, inatçı küçük bir kız çocuğu olduğun gerçeğini gölgelemeye yetmiyor.”
Kelimeleri, zihnimdeki cevap bulmamış her sorunun dağılmaya başladığı gibi dağılmaya başladığında parmaklarının saçlarıma temasını hissettim.
“Bu kez sana verdiğim sözü tutacağım, Mēness.”
Onun içimde yaşayan bir geçmiş olduğunu ilk hissettiğim zamanı hatırladım; zaman, ölümü takip ediyordu. Ölümün ben, zamanın o olduğunu anladığımda o kadar çaresizdim ki, elimdeki bıçağı ya ona ya kendime saplayacaktım ama biliyordum ki bu bıçak öyle de böyle de sadece bana saplanmış olacaktı.
Biliyor musun Efken, bir gün sadece birimiz öleceğiz fakat gömülen tek kişi olmayacak.